Ayasofya Sorununun Çözümü Ve Bizi Bekleyen Tehlike
Ayasofya Sorununun Çözümü Ve Bizi Bekleyen Tehlike
Fatih Sultan, İstanbul’u fethinden hemen sonra, 1 Haziran 1453 de Ayasofya için bir vakıf kurar. Kurduğu vakfın senedini şöyle yazdırır “İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir”
Ayasofya, günümüze kadar ayakta kalmış en önemli müstesna anıtlarından biridir. Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu ve hükümdarların taç giydiği, en büyük Ortodoks kilisesiydi. M.S 360 yılında yapılan bu kilise halk isyanları nedeniyle iki kez M.S 404 ve 532 yıllarında yakılıp yıkılmış ve sonrasında yeniden yapılmıştı. Son olarak imparator tarafından yeniden M.S 532 de inşasına başlanarak M.S 537 yılında ibadete açılmıştı. Fakat, 4.Haçlı seferleri sırasında, Venedik Cumhuriyeti’nin Doçu, Dandolo komutasındaki Katolik Haçlılar, İstanbul’u ele geçirip Ortodokslara ait Ayasofya’yı yağmalamışlardı. Latin istilası (1204-1261) olarak anılan bu dönemde ise Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir Katedrale dönüştürülmüştü. Günümüzde ise, Ayasofya’nın ön kısmı ibadete açıktır. Bu bakımdan şu anki uygulamada (önü mabet, arkası müze olarak) ikiye bölünmüştür. Ayasofya içinde de namaz kılınmaktadır. Bu açıklamalarımız ışığında, Ayasofya’nın Hristiyan Ortodoks ve Katolikleri için kadim zamanlardan beri kutsiyet taşımaktadır. Hz. Muhammed (S.A.V) tarafından bildirildiği şekilde İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethiyle birlikte de Müslüman Alemi için kutsiyet ve değer taşımaktadır. Meselenin dini boyutu kadar siyasi ve hukuki boyutları da elbette yadsınmamalıdır. Ülkemizde azınlıklara tanınan haklar doğrultusunda, önceden faaliyetleri durdurulmuş olan ve ibadete kapatılmış olan Yahudi ve Hristiyan mabetleri, Vakıf statüleri tanınmak suretiyle ilgili cemaatlerin talepleri doğrultusunda ve hatta bazen talepleri dahi olmaksızın ibadete açılmaktadır. Hukuki, diplomatik ve uluslararası yüksek siyaset dengeleri doğrultusunda çözüme kavuşturulması gereken Ayasofya’nın durumu ve statüsü hakkında dengeli ve etkili sonuçlar elde edilebilmesi için öncelikle evrensel hukuka uygun kararlar alınmalıdır. Ayasofya’nın statüsünü değiştirip belirleyen, 24 Kasım 1934 Bakanlar Kurulu Kararnamesi Resmî Gazetede, Kararname ve Kanunlar Külliyatında araştırmalarıma göre, yayımlanmamıştır. Ve yine araştırmalarım neticesinde Ayasofya’ya bir imam ve müezzin kadrosu tahsis edildiğini ve halen de bu kadroların sürdüğünü öğrendim. Yukarıda zikredilen Kararnamede mevcut imzalar gerçek imzalar. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün imzası hakkında bilim insanlarının tespitine göre bir “şaibe” mevcut. Şöyle ki; Kararnamedeki imza ile Mustafa Kemal Atatürk’ün aynı tarihlerde attığı imzalar arasında çok büyük farklılıklar mevut olup başkaca hiçbir yerde Kararname üzerinde atılı imzasına benzer bir imzası yok. Şaibe, imzanın Mustafa Kemal Atatürk’ün elinden çıkıp çıkmadığı üzerinde olmayıp, zaten Mustafa Kemal Atatürk’ün bilgisi, izni dışında bu Kararnamenin çıkarılmadığı da sabittir. Şaibe denilen husus, neden farklı bir imza atmak istemiş olduğu üzerinedir. Bize vermek istediği gizli mesaj neydi? Türkiye’nin sadece bugün değil geçmişten geleceğe iç ve dış hasımlarının, kimi zaman etnik kimlik kimi zaman mezhepler üzerinden yürüttükleri Türkiye’yi zayıflatma politikalarına, bazen doğrudan bazen de taşeron örgütleri kullanmak suretiyle gerçekleştirdikleri nokta atış terörist eylemlerle hız verdikleri bir gerçektir. Ayasofya da bu güçlerin her an için kaşıyabilecekleri bir yara olmaktan çıkarılmalıdır.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.